DÜNYA SU GÜNÜ-HABER EKSPRESS GAZETESİNDE DÜZENLENEN YAZIM

www.epilepsiveyasam.com

Suyun yaşamsal, beşeri, bitkisel, hayvansal her canlının olmazsa olmazı, cansızların, yani eşyaların hijyen yani sürdürülebilir olabilmesi için temiizliğini, hem canlı-hem de cansızların ekolojik dengesi için ilk ilacıdır; su...

Haber Ekspress Gazetesinde yaınlanan yazımı sizinle paylaşıyorum...


http://haberekspress.com.tr/dunya-su-gunu.html


DÜNYA SU GÜNÜ


Epilepsi ve Yaşam Platformu Kurucu Başkanı Ebru Öztürk, 22 Mart Dünya Su Günü ile ilgili bir yazı kaleme aldı.


 Bu haber 22 Mart 2020 - 18:57 'de eklendi.
22 Mart Dünya Su Günü ile ilgili bir yazı kaleme alan Ebru Öztürk, Korona virüsü ile mücadelede, suyun önemine dikkat çekti. İşte Öztürk’ün o yazısı: 
Dünyada bulunan tüm canlıların yaşayabilmesi için 3 ihtiyaç vardır. Hava, besin, su… Havayı zaten ücretsiz telafi ediyoruz ama özellikle büyükşehirler de telafi ettiğimiz bu havanın, ne kadar sağlıklı olduğu tartışmaya açıktır. Besin çeşiti, oldukça fazladır. Kişiler gelir durumlarına göre farklı farklı seçeneklere sahiptir. Örneğin, ette de protein vardır, daha ucuz bir besin olan tavukta da… Somon balığında da d vitamini vardır, daha ucuz besin olan bezelyede de… Bir de su… Zaten bugün Dünya Su Günü olması nedeniyle, konumuz da bu…
Su oksijenden sonra, hayatımızda en önemli yaşamsal öğedir. İnsanların aç kalma sürelerinin, susuz kalma sürelerinden çok daha uzun olduğu bilinen bir gerçektir. Uzmanlar açlıktan ölüm süresinin 10-14 gün arasında olduğunu, susuzluk süresinin ise 3-4 gün olabileceğini,  Hindistan’ın bağımsızlığı için açlık grevi yapan Mahatma Gandhi, ağzına yemek koymadığı halde –yalnızca ağzını ıslatacak kadar su içtiğini- 21 gün dayanabildiğini, yine güvenilir kaynaklardan elde ediyoruz. Demek ki; bir süreliğine gıdasız olsa da, susuz hayatı idame etmek mümkün değil! Vücut fonksiyonlarının çalışması, biokimyasal reaksiyonun gerçekleşmesi, vücuttan toksinlerin atılması için gerekli en önemli etken olduğu gibi, insan vücudunda ortalama %65-70 oranında olması, kanın %83’ünü, kemiklerin %22’sini, beynin ve kaslarının %75’ini oluşturması, olmazsa olmaz dememizin en güzel açıklayıcı unsurudur. Sadece içmek için bakmayalım! Dünya Sağlık Örgütü (WHO) göre, gelişen ülkelerde hastalıkların %80’inin su ile ilişkili olduğunu tahmin etmeleri ürpertici değil mi? Her sene 5 milyon kişinin temiz suya ulaşamadığı için hastalıktan öldüğünü biliyor muyuz?
Su olmadan bir ağacın, bir tarlanın, bir hayvanın, bir insanın, kısacası bir canlının yaşaması mümkün müdür; hayatta?  Evimizdeki çiçeğe veya beslediğiniz hayvana bir süre su vermezsek; menfi sonuç göreceğimizi hepimiz biliriz! Sudaki kimyasallar –özellikle geri kalmış ülkelerde – enfeksiyon hastalıkları, parazit, tifo, difteri, kolera mikrobu, hatta kansere bile neden olabilmekte!  Günümüzde yaşanan corona virüsü için de, doktorlarımız ‘sık sık su içmemizi, böylece corona virüsü içimizde olsa bile onu vücudumuzdan atabileceğimizi’ söylemiyor mı? Böbrek, karaciğer, yüksek tansiyon, soğuk algınlıkları, zehirlenme, terleme, cilt güzelliği, kilo verme gibi birçok durumda, hekimler bol miktarda su içmemizi söylerler. İlginç olan, vücutta azalan su için, beyin görevini yapar, suyun dağılımını kısıtlar ve birçok organlara daha az su gönderir. Tüm bu önlemler karşın; hȃlȃ su kaybı devam ederse; beyin ve vücut fonksiyonlarınız neredeyse durma noktasına gelip; hormonsal aktiviteleri azalır, sindirim sistemi yavaşlar. Yani canlıdan, cansıza geçiş dönemi başlar! Bu da suyun önemini bize bir kere daha gösterir.
Suyun özelliklerini 3 grupta toplayabiliriz. Renk, koku, sıcaklık gibi etkenler fiziksel; sertlik derecesi, organik-inorganik maddeler, ph ve zehirli maddeler kimyasal; bakteriler, virüsler, parazitler biyolojik özelliklerini ifade eder.
Su yaşamsal içme suyu haricinde; temizliktir! Herhangi bir temizleme maddesi, su olmadan ne işe yarar mı? Su olmadan temizlik olur mu? Temizlik olmadan, sağlık; sağlık olmadan, yaşam olur mu? Bugün karşı karşıya kaldığımız corona virüsü için, sürekli telaffuz edilen kelime de; temizlik değil mi?
Ekolojik dengenin bozulmaya başladığı bir dönemi yaşıyoruz. Gelişmiş ülkeler kendileri için birçok önlemler alırken, gelişmekte olan bu ülkelerin gerekli tedbirleri almaması, hatta gelişmiş ülkelerin kendi atıklarını diğer ülkelerin su kaynaklarına göndermesi, her geçen gün çevrenin fiziki, kimyasal, biyolojik atıklarının artmasına, bu da önce su kaynaklarının, buradan ormanların, sulanan tarlaların, tarlalardaki yiyeceklerin ve bunlardan elde edilen içeceklerin, çevredeki sızıntılarla içme sularının her geçen gün daha da bozulmasına neden oluyor!  2 Şubatta Sözcü gazetesinde çıkan bir yazı çok dikkat çekici idi… ‘Göller yöresinde bulunan 65 gölün 35i’ kurudu, 3’ü kurumak üzere!’ Çok ciddi bir tehlikenin habercisi…  Bu sorun sadece bu bölgede değil; ülke genelinde yaşanıyor. Peki gerekli önlemler alınıyor mu? Yine Flamingo cenneti olan Tuz Gölü 1915 yılındaki haritada 2600 metrekareyken, 1997 yılında 380 metrekare, bugünkü alanı düşünmek bile istemiyorum! 100 yıl içerisinde ekolojik olarak ne kadar olumsuz gelişmeler olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Boş yere akan, ziyan olan suları da görmekteyiz. Ama bu konularda hassas değiliz. ABD’de yıllık 24.000 m3, ülkemizde yıllık 1300 m3 su kullanıyor. Belki Arabistan’dan daha iyiyiz ama aslında su fakiri bir ülkeyiz! Bunun farkında mıyız?
Bunun gibi suyun azalması durumlarını nehirlerimizde de gözlemlemekte, hatta Kızılırmak için Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar, basın toplantısından önce, hazır su ve musluk suyuna elektroliz testi yapıldığını, hazır su ve musluk suyunu ayrı ayrı test edip; analiz sırasında hazır suyun renginde fazla bir değişiklik olmazken, musluk suyunun renginin değiştiğini gözlendiklerini belirtmişti. Sudaki ağır metaller yüksek olmayınca, reaksiyon da fazla olmayacağını ve suyun rengi değişmeyeceğini, musluk suyunun renginin, içindeki klor, sülfat, sodyum, ağır metal oranının yüksek olması nedeniyle değiştiğini söylemesi, Başkent’imiz başta olmak üzere nasıl su kullandığımızı, özellikle mutfakta –içmesek bile- akan sularla yıkanan sebze-meyvelerin daha sonra bize nasıl olumsuz sonuçlar getirebileceğini bir kez daha gözlemlenmişti. Kızılırmak için, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, TMMOB Kimya Mühendisleri Odası, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Ankara Şubesi ve Ankara Tabip Odası tarafından hazırlanan çalışmaya göre de, Kızılırmak’dan getirilecek suyun sağlıklı olmadığını, bunun ancak ters ozmos sistemle olabileceğini, bunun da pahalı bir yöntem olduğunu belirtmişlerdi. (http://www.imo.org.tr/resimler/ekutuphane/pdf/13843.pdf) En bilgili ve en güvenilir kurumlar olan TMMOB’nın İnşaat- Kimya-Çevre Mühendisleri ile Tabipler Birliği böyle söylüyorsa, bence ters osmos sistemini araştırmak gerekli, diye düşündüm.
Nedir Reverse Osmosis veya Türkçesi olan ters ozmos sistem? Musluk suyunun molekül düzeyinde filtre edilerek özüne dönüştürüldüğü, en gelişmiş sistem olan ‘ içme suyu üretme’ yani arıtma yöntemidir. Basınçlı su, gözenekleri en küçük virüsten 20 kat daha küçük olan, membran filtreden geçerken ayrıştırılır, zararlı ve fazla maddelerden ayrılıp; içme suyun özünün elde edilmesini sağlar. Bu uygulama sadece musluk suları ile değil, kuyu, dere, nehir, deniz sularında da uygulayabilir. Gelişmiş ülkelerde, özellikle ABD’de, hem iş, hem de evlerde çok yaygın olarak kullanılan bu sistem NASA’da da atık suyu içme suyuna çevirmek için bile kullanılabiliyor. Teknoloji devi NASA’nın bu yöntemi kullanması, zaten ters ozmos sisteminin önemini daha iyi idrak etmemizi sağlıyor…  Sağlık denetimlerinin tam olarak yapılmadığını düşündüğüm zamanda ters ozmos ile tanışmaktan mutluluk duydum. İçinde 6 ayrı filtrenin olduğu, Nano teknoloji ile yapılan her bir süzme noktasının milimetrenin milyonda biri büyüklüğünde olması ve hiçbir virüsün geçemediği bir ürünün benim ülkemde üretilmesi gurur verici bir durum.
Ters ozmosu öğrendiğim zaman hemen aklıma bir şey geldi. Benim çocukluğumda sular şişelerle gelirdi. Damacanalar, şişelerde olurdu; diğer tüm meşrubat türü içecekler keza öyle…. Sonra ne oldu da plastik şişelerde, polimer ürünlere konulmaya başlandı? Plastiğin hem kanserojen, hem de doğada geri dönüşümünün zor element olduğunu da bile bile hala bu suları tüketiyoruz! Suyun güneş görmemesi ve hava almaması gerekiyor ki; ‘sağlıklı su’ olsun. Marketlerde, bakkallarda güneş görmeyen su var mı; bilemiyorum… Belirli aralıklarla su şirketlerinin denetimleri yapılıyor; TDS değerine bakılıyor Bu değerler de şöyle hesaplanıyor:
DÜNYA SU KALİTE DERNEĞİ (WQA) VERİLERİ
1-30 ARASIPPMÇOK KALİTELİ SU
31-60 ARASIPPMKALİTELİ SU
61-90 ARASIPPMAZ KALİTELİ SU
91-180 ARASIPPMKALİTESİZ SU
181-360 ARASIPPMÇOK KALİTESİZ SU
361 ÜZERİPPMİÇİMEMESİ GEREKEN SU
Her kontrolden sonra, birkaç firma hakkında yüzün üzerinde diye işlem yapılıyor. Peki sonra ne oluyor? Aynı firma yine satış yapmaya devam ederken, bizim ruhumuz bile duymuyor! Bence Devlet hasta olduktan sonra, bize doktor, tahlil, ilaç parası verip, iki taraflı (kişi ve Devlet) ekonomik ve sağlıksız yaşam sorunları ile uğraşacağına, denetimlere para verse de, sağlıkla ilgili tüm gıda sektöründe gerekli denetimleri ve gerekli durumlarda cezalandırmaları yapsa… O zaman daha sağlıklı, daha iyi sonuçlar elde eder…
Yaşam için gerekli her türlü suyun korunması, bizim toplumsal görevimiz. Hem de corona virüsü ile uğraştığımız, temizliğin öneminin pik noktaya çıktığı, sık sık su içmenin, coronadan koruduğunu öğrendiğimiz şu günlerde, hassasiyet de artmalıdır! Toplumların büyüklüğü, nüfusla değil; sahip oldukları bilgi ile paraleldir. Ne kadar bilinçli, ne kadar sosyal sorumluluk duygusu olan kişiler olursak; yarın o kadar fazla büyük, o kadar da müreffeh bir toplum oluruz.
Susuz kalmadığımız, suyu daha çok tüketerek kirden, coronadan kurtulduğumuz, sağlıklı suların olduğu, ekolojik dengenin bozulmadığı bir dünyada; yaşamak dileğiyle… Sağlıkla kalın; mutlu kalın
Etiketler :

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Epilepsi hastaları ne engelli ne sağlıklı görülüyor

EPİLEPSİ HASTALARININ SÜRÜCÜ EHLİYETİ ALMALARI İLE İLGİLİ YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK İÇİN HAZIRLANMIŞ OLAN ÖNERİ TASLAĞI